8 Temmuz 2009 Çarşamba

Sangria, Gaudi, Barcelona, İspanyol birası

Barselona’daki ilk gecemizde Plaza Real’de “Meyve suyu gibi bir şey bu, çarpmaz ki” diyerek sürahilerce sangria devirip, nasıl da güzel çarptığını uygulamalı olarak öğrenmiş olduk.


Bir süredir orada yaşayan arkadaşımızın kaldığı eve geldik. Eve geliş kısmımızı, onun ev arkadaşlarıyla tanışmamızı, bir yatakta dördümüz birlikte uyumamızı hayal meyal hatırlıyorum. Sabah bir uyandım; Cihangir’deyim!


Sokağın genel havası, sokakta top oynayan çocuklar, minik balkonlar, birbirine yapışık zevkli apartmanlar, apartmanların altındaki bakkallar bana Cihangir’deymişim hissi verdi. Evin yerlerine döşenmiş karolar bile, özellikle Taksim civarındaki eski binaların içinde sık sık gördüğümüz, hatta Tünel’deki cafelerin hala bozmadan korudukları karoların aynısıydı.


Şehri keşfetmek için sabırsızlanıyorduk, kahvaltı bile etmeden kendimizi sokağa attık. Akşama kadar hiç durmadan sokaklarda gezdik. Şehrin her tarafında plaza olarak adlandırdıkları meydanlar var. Bu meydanlarda da çok şık cafe’ler… Bütün sokaklar cıvıl cıvıl, bütün binaların balkonları çiçeklerle dolu, erkekler yakışıklı, kadınlar güzel ve herkes güleryüzlü.


Hipnotize olmuş gibi gotik turumuzu tamamladık ve Gaudi’nin 1882’den beri tamamlanmayan eseri La Sagrada Familia’ya ulaştık. Uzaktan bakınca, Kapadokya’nın çirkin ve yapay taklidi olarak görünen bu devasa yapıya önce gayet önyargı ile yaklaştık. Yapay Kapadokya şantiyesi gezmek için mi bu upuzun turist kuyruğuna girecektik?!


Biraz sonra binaya yaklaşınca o uzaktan girinti ve çıkıntı gibi görünen şeylerin aslında figürler ve heykeller olduğunu kavradık. Üç cephesinden birinin ‘doğuş’u (nativity), ikincisinin ‘tutku’yu (passion) ve üçüncüsünün de ‘ihtişam’ı (glory) temsil ettiğini; her üç cephenin de inanç, umut ve hayırseverliği (faith, hope, charity) sembolize eden üçer girişi, ve havarileri sembolize eden dörder çan kulesi olduğunu öğrendik. Gaudi’nin bu kulelere sırasıyla sanctus, sanctus, sanctus ve hosanna excelsis yazdırarak, okuyan herkesin İsa'yı övmesini sağlamasını çok cin fikirli bulduk. Hiç homurdanmadan da o upuzun kuyruğa girdik.



Kaç saat boyunca o kuyrukta bekledik, sonra kaç saat ‘şantiyeyi’ gezdik bilemiyorum. Binlerce alakasız detay ve tarz inanılmaz bir mantıkla bir araya getirilmiş ve bir bütün oluşturulmuştu. Gotik ve modern unsurlar ile ağaç dallarından esinlenmiş kolonlar, salyangozu andıran merdivenler gibi doğadan esintilerin tamamı bir aradaydı. Kimse onun ne tekniğini ve ne de mantığını tam olarak kavrayabildiğinden yapı da bir türlü tamamlanamıyordu.


Tepeden Barcelona’yı izlemek, hiç tutanacak yeri olmayan daracık merdivenlerden aşağı inerken adrenalin salgılamak bile “kutsal aile” anlamındaki bu kilise mi tapınak mı olduğu tartışmalı binayı sevmemiz için yeterli sebeplerdi zaten.


Bir marketten onların Efes’i sayılan buz gibi Estrella Damn’lardan aldık. Yolda metroyu bulmak için yürüdüğümüz süre boyunca arkamızı dönüp dönüp deli mi dahi mi olduğuna karar veremediğimiz Gaudi’nin şerefine yudumladık bu pek hafif içimli birayı.

0 yorum:

Yorum Gönder