23 Haziran 2009 Salı

Ucuz uçak mı? Bir daha asla!

Bu sayfa düzenini sevmedim derseniz aynı yazıyı Tempo24'te de okuyabilirsiniz.




Gerçekten çok ucuz bir fiyata (vergiler dahil 30euro) uçak bileti bulunca, hiç Frankfurt- Barcelona arasındaki mesafeyi trenle giderek zaman kaybetmeyelim diye düşünmüştük. Zaten yataklı kompartmana geçmek için bir miktar ekstra ödeyecektik, bol bol aktarma yapıp yorulmak da cabası olacaktı. Bu kadar ucuz bilet bulmuşken, uçak ile gitmek daha mantıklıydı. Daha doğrusu biz öyle sanıyorduk. Interrail geleneklerini bozuyoruz diye hippilerin ruhu tarafından mı lanetlendik acaba?

Uçağın kalkacağı havaalanı Hahn, şehirden oldukça uzak bir yerdeymiş. Havaalanına gitmek için bir otobüse bindik, bir saat gittik, iki saat gittik, gitmeye devam ediyoruz. Bu sefer panik olduk, acaba yanlış bir otobüse mi bindik biz, diye. Otobüsteki herkese bu otobüs nereye gidiyor diye sorup hepsinden “Hahn” cevabı aldıktan sonra biraz yatıştık. Bu sefer otobüse ödediğimiz 20 euro oturdu içimize. Şehirden havalanına gitmek için neredeyse ülkeler arası uçak bileti kadar para ödemek zorunda kalmıştık.

Havaalanında bizi başka bir sürpriz daha bekliyordu. Biletlerimize bagaj dahil değilmiş, çantalarımız yanımızda götürmek için bir 20 euro daha ödememiz gerekti.

Sonunda güvenlikten de geçmeyi başarıp, uçağa alınmak için beklediğimizde bir “oh” çektik. Bu sefer de koltuk numaramızın biletin neresinde yazdığını bulamadık. Görevliye sorduk, yerler numarasızmış, herkes bulduğu yere oturuyormuş. Şaka yaptığını söylemesini bekledik umutsuzca, hayır yapmıyordu.

“Ayakta gitme ihtimalimiz de mi var yoksa?”, “Boşver sen ayakta gitmeyi filan, sağlam gidelim de, ben klozette kemerlenip oturmaya razıyım.” diye şakalaşıp gülüşürken yine bir Türk buldu bizi. Ailesinin Türk kökenli olduğunu; ama daha sonra Almanlar tarafından evlat edinildiğini daha uçağa binmeden ayaküstü anlatıverdi bize. Her cümlesinden sonra “Çok özlemiş ben Türkçe konuşmayı” diye diye.

Uçakta da bizim yanımıza oturunca, yolda bizi Barcelona’da gezdirecek bir İspanyol genç ile tanışma hayallerimiz de suya düştü. Türk kökenli ablamız, zamanında kendi bedeninden para kazanmış olduğuna dair imalar yapıp, gençken her şeyi yaşamamız konusunda öğütler verdi. Bir adamın parası olup olmadığını anlamanın yolunun çorap, pantolon paçası ve ayakkabısına bakmak olduğunu, bize uçaktaki en zengin adamı tespit ederek uygulamalı öğretti.

İlk başta sempatik ve farklı bir yol arkadaşıydı; ama sonradan bozuk Türkçesi ile bağıra bağıra konuşması, hiç susmaması ve bir yandan da uçaktaki bütün adamlarla flört etmesi içimizi baymaya başladı.

Yolculuğumuz bitti, uçağımız sapasağlam İspanya’ya indi, ben “Me gutsa Barcelona mucho!” diyerek ilk öğrendiğim İspanyolca cümleyle şehri karşılamaya heveslendim ki; indiğimiz havalanından Barcelona’ya gitmek için yeniden bir servise binip birkaç saat yol gitmemiz ve 20 euro daha ödememiz gerektiğini öğrendik.

30 euroya aldığımız bilete 60 euro ekstra ödeyerek, ucuz diye her bilete atlamamak gerektiğini kavradık. Şimdi düşününce, bir uçak bileti için 90euro normal bir bedel, Türkiye içindeki mesafelerde dahi o parayı ödüyoruz; ama interrail ruhuna girdiniz mi; 90 euro çok büyük paraya dönüşüyor. Uyku tulumlarını bile yanlarında taşıyıp parkta bahçede uyuyan gerçek interrailciler, o parayla bir hafta fazladan gezebilirler örneğin.

Ayrıca bu yolculukla Avrupa’daki trenlerin, ucuz uçaklardan daha konforlu ve güvenli olduğunu keşfettik ve Türk mıknatısı olmamak için bundan sonra gizli gizli Türkçe konuşmaya karar verdik. Türklerle tanışmak için mi İstanbul’dan kalkıp buralara kadar gelmiştik sanki!